Filmİnceleme

tick, tick…BOOM! İncelemesi

Jonathan Larson‘ın aynı adlı otobiyografik rock müzikalinden uyarlanan tick, tick…BOOM! oyuncu, besteci ve söz yazarı Lin-Manuel Miranda‘nın ilk yönetmenlik deneyimi olma özelliği taşıyor. Başrolünde emekli dost canlısı komşunuz Örümcek Adam Andrew Garfield‘ın yer aldığı filmde, kendisine Vanessa Hudgens, Alexandra Shipp ve Robin de Jesus eşlik ediyor.

Filmin Konusu

New York’ta bir restoranda garsonluk yapan Jon, 30. doğum gününe bir hafta kala tam 8 yıldır üzerinde çalıştığı ve müzikal tiyatro dünyasında çığır açacağına inandığı Superbia‘yı tamamlamaya çalışmaktadır.

Hem doğum gününün yaklaşması hem de pek çok arkadaşını 90’lı yılların başında patlak veren AIDS salgını nedeniyle kaybetmesiyle artık gençlik günlerinin geride kalmak üzere olduğunu düşünen ve zamana karşı yarıştığını hisseden Jonathan, büyük şehri terk etmek isteyen kız arkadaşı Sarah ve hayallerinden vazgeçip bir reklam ajansında çalışmaya başlayan en yakın arkadaşı Michael’ın da etkisiyle kendisini büyük bir yol ayrımında bulur. Bu noktada Jon, hayatta kalan vaktiyle ne yapması gerektiğini bulmak zorundadır.

tick, tick...BOOM!

tick, tick…BOOM!, açılış sahnesinden itibaren çoğumuza tanıdık gelecek bir soruya yanıt bulmaya çalışıyor: Sahip olduğumuz zamanla ne yapmalıyız? Jon bu soruya yanıt ararken kendisini, hayalindeki kariyere ulaşmış insanlar ve kendi ailesinin onun yaşındayken hayatlarının hangi noktasında olduklarıyla karşılaştırıyor. Bu, henüz 30 yaşına basmama yıllar olmasına rağmen benim de kendimi sıkça yaparken bulduğum bir şey olduğundan, film daha ilk dakikasında kendimi Jonathan Larson’a yakın hissetmemi sağladı.

Filmin dünyasını, kaleme aldığı müzikalin penceresinden Jon’un algıladığı şekilde izlememiz hikayenin en sevdiğim yanlarından birisi oldu. Aslında, izlerken özellikle kız arkadaşı Sarah ile olan ilişkisinin daha derinlemesine işlenmiş şekilde görmek istiyordum. Ancak yapılan tercihin gün sonunda Jonathan Larson‘ın kendi eserine çok fazla müdahale etmemek için olduğunu görünce, bundan çok da rahatsız olmadım. Zaten bu film, Jonathan Larson’ın nasıl öldüğünün değil, nasıl yaşadığının hikayesini anlattığı için bu hikayeyi onun kendi sözleriyle anlatmaktan daha iyi bir seçenek olamazdı bence de.

Yapılan bu tercihin tek üzücü yanı, Jonathan Larson’ın kaleme aldığı esere sadık kalınması nedeniyle filmin En İyi Orijinal Şarkı ve En İyi Orijinal Beste dallarında Oscar yarışının dışında kalacak olması. Filmin yönetmeninin Hamilton müzikaliyle herkesin dilinde olan ve Moana, Encanto gibi filmlerin de müziklerini yapan Lin-Manuel Miranda olduğu düşünülünce, eğer orijinal bir besteyle bu dalda Oscar’a oynanmak istense, bu kolayca yapılabilirmiş gibi duruyor.

tick, tick...BOOM!
Andrew Garfield – Jonathan Larson, Alexandra Shipp – Susan

Oyunculuk Performansları

Film, en büyük odak noktası Jon’un kendisi ve zihninde dünyayı algılayış şekli olmasından dolayı Andrew Garfield’ın performansıyla parlaması için büyük bir fırsat sunuyor. Andrew ise bu fırsatı mükemmel bir şekilde kullanmayı başarıyor. Öyleki kendisi, filmin daha ilk saniyelerinde elinizden yakalayıp sizi kendi peşinden sürüklemeye başlıyor. Özellikle ilk 30 dakika aşırı yüksek temposuyla Andrew’i ordan oraya koşup dans ederken izlemekten aşırı derecede keyifli bir deneyim haline geliyor.

Andrew Garfield’ın hayatında daha önce hiç şarkı söylememiş ve piyano çalmamış birisi olarak bir sene içinde yaptığı hazırlıkla filmde sergilediği müzikal performans da takdire şayan.

Performans 0:45 civarı başlıyor

Filmi izlemeden önce Jonathan Larson’ı araştırıp kendisinin orijinal 30/90 performansını seyretmem ile birlikte Andrew’in Jon rolüne başarılı bir şekilde tamamen büründüğünü söylemem yanlış olmaz. Hatta filmi izlerken bazı anlarda sahnedeki kişinin Andrew Garfield mı yoksa Jonathan Larson’ın araya iliştirilmiş bir klibi mi olduğunu sorguladığım bile oldu. Bu durum anlık da olsa bence oyuncunun başarısının altını çok net bir şekilde çiziyor.

Zaten Andrew Garfield, röportajlardan birinde Jonathan’ı tanıdıkça uzun zamandır kayıp kardeşi gibi hissetmeye başladığını dile getiriyordu. Filmde de kendisinin hazırlık ve çekim süreci boyunca Jonathan Larson ile kurduğu bu bağ hissediliyor.

Günün sonunda Andrew Garfield, bu sene En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar için yarışmasını umut etmemi ve kendisinin daha çok müzikalde yer almasını arzulamamı sağladı. Umarım kendisini müzikal açıdan geliştirmeye devam eder ve bu yer aldığı ilk ve son müzikal olmaz.

tick, tick...BOOM!
VANESSA HUDGENS – KARESSA

Merak edileceğini düşündüğüm için filmdeki performansını vurgulamak istediğim bir diğer isim ise Vanessa Hudgens. Kendisini High School Musical serisinin ardından yeniden müzikal türünde bir işte görmek çok güzel. Hudgens’ı müzikal bir filmde seyretmeyeli o kadar uzun zaman olmuş ki sesinin ne kadar güzel olduğunu bu film sayesinde yeniden keşfettim.

Ancak filmdeki rolü de maalesef vokal yeteneğinden öteye gitmiyor. Karakteri hikayede çok fazla yer bulamayan Vanessa Hudgens, kendisini oyuncu olarak değil de sadece vokalist olarak çağırmışlar gibi hissettirse de varlığının filmi güzelleştirdiği yadsınamaz bir gerçek. Kendisinin ön plana çıktığı iki önemli sahne var. Bu iki sahneden Andrew Garfield ile birlikte Therapy şarkısını seslendirdiği sekans hem koreografi hem de performans açısından oldukça başarılı olmanın yanı sıra filmin genelinde de oldukça ön plana çıkan sahnelerden birisiydi.

Yönetmenlik

Başlangıçta Lin-Manuel Miranda’nın ilk yönetmenlik deneyiminden çok yüksek bir beklentim olmadığını belirtmem gerek. Ancak kendisi de daha önce Broadway’de Jon’a hayat veren birisi olarak müzikali anlayacağı ve en azından sahneye benzer bir ortam yaratacağı konusunda umutluydum. Filmi izlerken, hikayenin Lin için kişisel bir yeri olduğunu hissediyorsunuz. Ortada genel izleyiciden ziyade Jonathan Larson’ı onurlandırmak ve onun gibi hayallerinin peşinden koşan insanlara ilham olmak için çekilmiş bir iş var.

Filmin bu açıdan Lin-Manuel Miranda’nın kaleme aldığı Broadway Müzikali’nden uyarlanan ve bu yıl vizyona giren In The Heights’a benzediğini söyleyebiliriz. Orda da Broadway severlerin anlayıp, keyif alabileceği bir dünya vardı. Ancak bu filmin aksine o filmde yapılan senaryosal ve müzikal değişiklikler bence filmin, orijinal işin altında kalmasına neden oluyordu.

Film yapı olarak Jonathan Larson’ın sahnelediği orijinal tick, tick…BOOM! ile aynı müzikalin Broadway’e uyarlanmış üç oyunculu halini harmanlayan bir formda. Yani garip bir şekilde, aynı anda iki eserin birleşimi gibi. Bence bu çok hoş bir tercih olmuş. Bu sayede film, müzikalin hem Jonathan Larson’ın sahnelediği versiyonunu hem de Broadway’e uyarlanan halini bir nebze deneyimlemiş gibi hissetmenizi sağlıyor.

tick, tick...BOOM!
Andrew Garfield – Jonathan Larson, Robin de Jesus – Micheal

Filmde beni en çok rahatsız eden nokta ise yeşil perde kullanımı oldu. Fragmanda da yer alan havuz sahnesi haricinde görsel efektlerin dahil olduğu her an filmden kopacak derecede dikkatimin dağılmasına neden oldu. Havuz sahnesi ise bence her açıdan çok hoş planlanmış sahnelerden birisiydi. Özellikle havuzdaki sayıların notalara dönüştüğü sekanstaki koreografiyi oldukça beğendim.

Bu noktada trivia bir bilgi olarak şunu da eklemeliyim ki; su altında geçen bu yüzme sahnesinin iki günde çekilmesi planlanmış ve Andrew için de bir dublör ayarlanmış. Ancak babası yüzme antrenörü olan ve çocukluğunda her sabah yüzme antrenmanları yapan Andrew yüzmeye başladığında dublörden daha iyi bir performans sergilemiş. Bu nedenle tüm sahneyi kendisi oynamış ve hızıyla çekimlerin de bir gün erken bitmesini sağlamış.

Lafı daha fazla uzatmadan konuyu toparlamam gerekirse; tick, tick…BOOM! müzikal sekansları, Andrew Garfield’ın enerji dolu performansı ve Johathan Larson’ın çağının çok ötesindeki vizyonu ile müzikal severler tarafından kesinlikle kaçırılmaması gerekilen bir iş olmanın yanı sıra genç kaybettiğimiz bir yeteneğin hikayesi aracılığıyla size ilham vermeyi başarıyor.

Şu an vizyonda olan diğer filmlere dair kaleme aldığımız incelemelerimizi okumayı ve bizi sosyal medya hesaplarımızdan (TwitterInstagramLetterboxd) takip etmeyi unutmayın!

Filmin soundtrack albümünü dinlemek isteyenler için:

tick, tick...BOOM! Film İncelemesi

Oyunculuk - 9
Senaryo - 7.5
Yönetmenlik - 7
Müzik - 8.5

8

Andrew Garfield, büyüleyici bir performansla Jonathan Larson'ın mirasını yaşatmayı başarıyor.

Çoğu eleştirmen tarafından Andrew Garfield'a Oscar adaylığı getireceği inanılan film, müzikal severler tarafından kesinlikle kaçırılmaması gerekilen bir iş olmanın yanı sıra genç kaybettiğimiz bir yeteneğin hikayesi aracılığıyla size ilham vermeyi başarıyor.

Düşüncelerini bizimle paylaş! ✍️

Başa dön tuşu